BugünMakaleler

TBMM BUGÜNLER İÇİN VARDI

Vatan sadece fiziki işgal dönemlerinde savunulmaz. Vatan her şart ve koşulda savunulur. Düşman bazen ülkeyi işgal ederek bazen de içten çökertme yöntemlerini kullanır. Yöntem her ne olursa olsun cumhuriyetin ve ülkenin bekçileri uyanık ise sorun yoktur ve tehlike bir şekilde atlatılır. Yok, eğer ülke düşmanın güdümü altına girmiş ise tehlike büyüktür.

Kurtuluş savaşı öncesinde Osmanlı İmparatorluğu emperyalist kuşatmaların hedefi olmuştu. Amaç imparatorluğun parçalanmasıydı. Daha da açıkçası Osmanlı İmparatorluğu işgalci devletlerarasında paylaşılıyordu. Osmanlı’ya Anadolu’da az bir toprak parçası bırakılıyordu. Böyle bir ortamda ülkenin içinden bir kahraman çıktı ve kurtuluş savaşını başlattı. Düşman belliydi. Mustafa Kemal Atatürk milletten aldığı destek ile düşmanı ağır yenilgiye uğratıp Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu.

Aradan yıllar geçti. Eski alışkanlıklar değişti ancak ABD’nin ülkemizi parçalama stratejisi hiç değişmedi. ABD, dün Suriye’de sığınmacılar için oluşacak güvenli bir koridora müsaade etmemişti. Ülkemiz o dönemi Rusya ile Suriye devletinin izni ile 24.08.2016’da Fırat Kalkanı Harekâtı, 08.10.2017’de İdlib Harekâtı, 20.01.2018’de Zeytin Dalı Harekâtı ve 09.10.2019’da Barış Pınarı Harekâtı ile terör örgütü PKK’ya sınırlarımıza yerleşmesine izin vermemişti. Yani devlet aklıselim davranmıştı.

Suriye’de düzenlemiş olduğumuz harekâtların üzerinden epey zaman geçti. O günden bu yana terör örgütlerine yapmış olduğumuz caydırıcı harekâtları da yapamaz hale geldik. İşin en kötüsü ülkemizi Suriye’ye sokmayan ABD’nin güdümüne girmemizdir. Ne zaman ABD’nin güdümüne girmişsek zaten başımız hiç beladan eksik olmadı. Hatırlarsanız ABD’nin taşeronu FETÖ’nün etkin olduğu dönemlerde sürekli tuzaklara düşürüldük. 24 Kasım 2015 tarihinde Rusya Hava Kuvvetleri’ne ait Suhoy Su-24 tipi uçağını sınır ihlali gerçekleştirdiği savı ile düşürmüştük. Yine 19.12.2016 tarihinde ABD taşeronu FETÖ’nün Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’u vurmasına engel olamadık. Bu iki olay Rusya ile aramızın açılmasına neden olmuştu. Doğal olarak bu olaylardan turizm ve Rusya’ya ihraç etmiş olduğumuz yaş sebze ve meyve de nasibini almıştı.

Şimdi Rusya ile yine ayrışmanın eşiğindeyiz. ABD Ukrayna’ya yardım bahanesi ile iki savaş gemisini Karadeniz’e gönderiyor. Montrö Antlaşmasına göre bu savaş gemileri 4 Mayıs’a kadar Karadeniz’de kalacakları söyleniyor. Bu zaman zarfı içinde Rusya ile Ukrayna arasında yaşanmakta olan gerilim daha da artarsa bu durumdan en büyük zararı yine ülkemiz görecek. Çünkü böyle bir olasılığın meydan gelmesi demek yeniden Rusya ile aramızın açılması demektir. Suriye’deki pozisyonumuz bu durumdan doğal olarak etkilenecek. Salgının gölgesinde tüm umutlarımızı bağladığımız turizm sezonu bu durumdan etkilenecek. Yani Rusya daha önce olduğu gibi yine ülkemize turist göndermeyebilir. Yine yaş sebze ve meyve almayabilir. Bunun yansıra Çin ve İran ile bugüne kadar gelen işbirliği de etkilenebilir. Gelişmekte olan olaylara neresinden bakarsanız bakın, sonuçta NATO ve ABD’nin Karadeniz’e girmesinin birçok olumsuz etkisi olur.

Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Yerhov, 7 Nisan Çarşamba günü yapmış olduğu açıklamada, Kanal İstanbul’un Montrö’yü etkilemeyeceğini belirterek Kanal İstanbul ile Montrö Sözleşmesi’nin yükümlülüklerinin ortadan kalkmayacağını, bu kanaldan geçecek gemiler için ise yeni koşulların söz konusu olacağını söyledi. Rusya açık açık Montrö Sözleşmesinin önemini üstüne basa basa açıkladı. Hal böyleyken halen daha ABD savaş gemilerine gerek mevcut boğaz üzerinden, gerekse ileriki günlerde yapılması düşünülen Kanal İstanbul üzerinden Montrö sözleşmesine aykırı olarak geçmesine çanak tutulması aklıselim bir tutum değildir. Böyle bir hareket telafisi olmayan durumlara yol açacağı son derece muhtemeldir.

1 Mart Tezkeresini hatırlayın. 1 Mart Tezkeresi, Irak krizi konusunda hükûmet tarafından 25 Şubat 2003’te TBMM’ye sunulmuştu. Adı “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması için Hükümet’e yetki verilmesine ilişkin Başbakanlık Tezkeresi” idi. Bu tezkere TBMM’de dönemin Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Deniz Baykal’ın yapmış olduğu etkili konuşma ile ret edilmişti. O dönemlerde parlamenter sistem olduğu için alınacak kararlar TBMM’nin onayı ile geçerlilik kazanıyordu. Şimdi ise parlamenter sistemin yerini Cumhurbaşkanlığı sistemi aldı. Uluslararası sözleşmeler bu sisteme göre de TBMM’nin onayına tabidir. Ancak yapılan açıklamalardan uluslararası sözleşmelerden çekilme girişiminin mevcut yasaları delmek suretiyle Cumhurbaşkanı’nın imzalayacağı kararname ile gerçekleştirileceği anlaşılıyor. İstanbul Sözleşmesinden Cumhurbaşkanı kararnamesi ile çıkılmış olması bu durumu güçlendiriyor.

Cumhurbaşkanı, Montrö sözleşmesinden daha iyisini yapana kadar sözleşmeye bağlı kalacaklarını söylüyor. Uluslararası sözleşmeler hak edildiği zaman imzalanır ve yürürlüğe girer. Sonradan hiçbir sözleşmenin daha iyisi yapılamaz. Eğer gerek ekonomik gerekse siyasi yönden güçlü bir devlet haline gelmiş iseniz sözleşmeleri bir nevi kendi lehimize çevirmeye çalışabilirsiniz. Ancak bunun garantisi de yoktur. Bir başka seçenek ise, bir savaş hali olur da bu savaşı kazanırsanız böyle bir durumda da yapılan uluslararası sözleşmeleri yine kendi lehimize değiştirilmeye çalışabilirsiniz. Bu durumların hiç biri söz konusu değil ise yapılan sözleşmelerden daha iyisini yapamazsınız.

Uluslararası sözleşmelerin daha iyisini Ege Adalarını Yunanistan’a vermek suretiyle yapamazsınız. Lozan ve Montrö Sözleşmelerini tartışmaya açarak da yapamazsınız. Kanal İstanbul’u açarak da yapamazsınız. Her şeyden evvel geçmişten bu yana ülkemiz ile müttefik olan ancak hiçbir zaman ortağımız olmayan ABD ile uluslararası sözleşmeleri ülkemizin lehine yapamazsınız.

Eğer şu anda parlamenter sistem devrede olmuş olsaydı Montrö Sözleşmesi’nin delinmesi tehlikede olmayacaktı. Milletin duyarlı vekilleri geçmişte olduğu gibi ülkenin lehine olmayan adımların atılmasına onay vermeyecekti. Eğer milletin vekilleri her şart ve koşulda iktidar partisinin atmış olduğu adımları destekleyecek olsaydılar Cumhurbaşkanı kararnamesine ihtiyaç duymazlardı. Ne diyeyim? TBMM tam da bugünler için vardı. 12.04.2021

Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Menu Title