MİLLİYETÇİLİK BU DEĞİL
Son dönemlerde Milliyetçi cephede bir savrulma yaşanıyor. Bu savrulmanın en tepe noktasındaki kişi de Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’dir. İşin özü ülkenin birliği ve bütünlüğü ise buna diyecek hiçbir sözüm yok. İşin özü ülkeyi girdiği bu çıkmaz sokaktan yine AKP kurtaracaksa, buna da diyecek bir şeyim yok. Ancak işin özü bu değilse, o zaman benim de söyleyecek bir kaç sözüm olacak.
İsterseniz ilk evvel Milliyetçi Hareket Partisi’nin şartsız koşulsuz iktidar partisini desteklemesi ile başlayayım. Ne de olsa kendileri Milliyetçilik dendiği zaman mangalda kül bırakmazlar ya, o yüzden. Devlet Bahçeli’nin AKP hassasiyetini çok iyi anlıyorum. Hatta Bahçeli’nin geçmiş dönemde AKP Genel Başkanı’na en ağır hakaretleri yapmış bir genel başkan olarak bugün AKP’nin bir numaralı savunucusu haline gelmesine hiç şaşırmıyorum. Çünkü Devlet Bahçeli’nin kitabında ileriyi görme ve anlama yeteneği maalesef gelişmemiştir. Yoksa Bahçeli’nin kısa bir süreç içinde fikir değiştirmesine anlam veremeyiz. Bahçeli bugün savunduğu AKP’yi yarından sonra yine yerden yere vurabilir. Buna klasik bir Bahçeli tarzı da diyebiliriz. Hani AKP’nin gütmüş olduğu siyaseti hiç anlamamış olsaydım Bahçeli’ye hak verirdim. AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın iktidara geldiğinden bu yana ortaya koyduğu siyaseti anlayabiliyorsak, yarından sonra uygulayacağı siyaseti de anlayabiliriz. Erdoğan’ın uygulayacağı siyaseti anlayabilmek için müneccim olmaya da gerek yok. Hal böyle olunca AKP Genel Başkanı Erdoğan’ı Bahçeli gibi yeniden keşfetmeye de gerek yoktur.
Bahçeli geçmiş dönemlerde FETÖ’nün şantajına maruz kalmış bir siyasetçidir. FETÖ Milliyetçi Hareket Partisi Milletvekili adaylarına 12 Haziran 2011 seçimlerinde kaset ile şantaj yapmıştı. FETÖ aynı şantajı dönemin Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Deniz Baykal’a da yapmıştı. FETÖ’nün uyguladığı bu şantajlar bir komploydu. Ve bu komplodan Milliyetçi Hareket Partisi büyük bir yara aldı. Bahçeli’nin bugün AKP’nin yanında yer almasının ilk sebeplerinden birisi budur. Yani Bahçeli Erdoğan’ın FETÖ’yü yenmeye başladığını gördüğünden itibaren yanında yer almayı uygun gördü. Aslında Bahçeli 17 / 25 Aralık Operasyonunda da Erdoğan’ın yanında yer alabilirdi. Ancak o süreçler de FETÖ daha güçlüydü. Bu sebeple Bahçeli 17 / 25 Aralık sürecinde FETÖ’yü AKP’ye darbe yapan bir yapı olarak görmektense, AKP’yi yolsuzluklara bulamış bir siyasi yapı olarak görmeyi tercih etti. Bahçeli’nin bu teşhisi yerindedir, ancak Bahçeli’nin bu süreçte izlediği politika yolsuzluk operasyonundan çok öç alma içgüdüsü ile ilgiliydi. Çünkü Bahçeli’ye göre FETÖ o zamanlarda AKP’ye ayar veriyordu. FETÖ geçmişte kendisine nasıl ayar verdiyse 17 / 25 Aralık sürecinde de AKP’ye benzer ayar veriyordu. Bahçeli’de o dönemlerde bunun tadını çıkarıyordu. Çünkü kaset skandalları döneminde Erdoğan’da bunun tadını çıkarmıştı.
Bahçeli’nin Erdoğan’ın yanında yer almasının ikinci bir nedeni de PKK Terör Örgütü ile ilgili müzakere döneminden sonra mücadele dönemine geçiş sürecidir. Bahçeli’nin öteden beri PKK Terör Örgütü ile mücadele stratejisi zaten biliniyor. Bu strateji aynı zamanda doğru bir stratejidir. Bugün ABD başta olmak üzere Avrupalı ülkeler terör örgütleri ile nasıl mücadele ediyorlarsa bizim ülkemiz de elbette PKK Terör Örgütü ile öyle mücadele etmelidir. Burada Devlet Bahçeli’nin tavrını anlamak zor değil. Terörle hangi hükümet mücadele ediyorsa, o hükümete destek vermek muhalefet partililerin bir görevidir. Yoksa bu gemi battığı zaman sadece iktidar partililer değil, hepimiz boğulacağız.
Devlet Bahçeli’nin FETÖ ile PKK konusundaki bu hassasiyetini bu sebeplerle çok iyi anlayabiliyorum. Ancak muhalefet partisinin de bir çizgisi olmalıdır. Eğer siz muhalefet partisi iseniz çizgi ya tamamen AKP karşıtı, ya da tamamen AKP yandaşı olmamalıdır. Çizgi, iktidar partisinin haklı olduğu durumlarda ve ülkenin çıkarları söz konusu olduğu durumlarda yanında olmalı, fakat iktidar partisinin toplumu ayrıştırdığı, ekonomiyi yönetemediği durumlarda da karşısında olmalıdır. Ülkenin rejimi değişirken parlamenter sistemin yanında olmalıdır. Yani iktidar partisine olduğu gibi teslim olunmamalıdır. Yoksa muhalefet partisi olmanın anlamı kalmaz. Eğer sizin politikanız iktidar partisi ile bire bir örtüşüyorsa, o zaman muhalefet partisi olmanın da bir anlamı olmaz. Böyle bir durumda iktidar partisine katılmak daha anlamlı olur.
Konunun milliyetçilik meselesine geleyim. AKP Atatürkçü bir siyasi parti değildir. İçlerinde Atatürkçü partililer vardır ama tavanı Atatürkçü değildir. Dolayısıyla AKP milliyetçi bir siyasi parti de değildir. Bu siyasi partinin Atatürk’ün devrimlerini nasıl bir bir yok ettiğini sanırım burada tek tek yazmama gerek yok. Bu konu da Bahçeli’nin kendisi de geçmişte Erdoğan’ı çok ağır bir şekilde eleştirdi. AKP’lilerin Cumhuriyet Bayramının kutlanmasına getirdiği kısıtlamaları hep beraber yaşadık. Cumhuriyet Bayramının kutlama günlerinde nasıl hasta olduklarını gördük. Ata’nın huzuruna çıkmaktan nasıl rahatsız olduklarını biliyoruz. Andımızın okutulmasını nasıl yasakladıklarını biliyoruz. Resmi kurumların tabelalarından T.C.yi nasıl kaldırdıklarını biliyoruz. Türk Milliyetçiliğini nasıl ayaklar altına aldıklarını biliyoruz. Cumhuriyetin kazanımlarını nasıl tek tek yok ettiklerini de biliyoruz. Laik Cumhuriyetin genleriyle nasıl oynadıklarını unutmadık. Habur rezaletini, Oslo görüşmelerini, Açılım sürecini unutmadık. Devletin güvenlik güçlerine operasyon yapmasını nasıl yasakladıklarını unutmadık. En son parlamenter sistemi nasıl ortadan kaldırdıklarını daha unutmadık. Yaşadıklarımızı anımsadıktan sonra iktidar partisinin Atatürk karşıtı bir siyasi parti olduğunu söylersem sanırım yanılmış olmam.
Şimdi buradan yanıtlanması gereken birkaç soru soracağım. Daha doğrusu Bahçeli’nin hafızasını törpüleyici birkaç soru soracağım. Eğer AKP Atatürkçü bir siyasi yapı değilse, PKK Terör Örgütü ile daha ne zamana kadar mücadele edebilir? 15 Temmuzdan bu yana FETÖ ile mücadele etmekte olan AKP yarından sonra FETÖ ile mücadele etmeye devam edebilir mi? 15 Temmuz FETÖ Darbe Girişiminin arkasında bulunan ABD ile yarından sonra yine sarmaş dolaş olmayacağının garantisi var mıdır? Şu ana kadar S 400 Füze Savunma Sistemi ile ilgili git gel lerin yaşandığı bir ortamda AKP’ye nasıl güvenilir? AKP’nin yarından sonra tekrar özüne dönmeyeceğinin garantisi var mıdır? Eğer AKP yarından sonra yine Açılım Sürecine tekrar geri dönerse Bahçeli’nin tavrı ne olacak? Eğer Bahçeli’nin tavrı eskiden olduğu gibi yine Erdoğan’a yüksek perdeden bağırıp çığırmaktan ibaret olacaksa, bunun kime ne faydası olacak? Yarın bağırıp çığırmak yerine ve bugün AKP’ye şartsız koşulsuz destek vermek yerine yapıcı ama uyarıcı eleştirilerde bulunması daha mantıklı olmaz mı? Ülkenin geldiği durum itibarıyla gerek ekonomi konusunda, gerekse ulusal strateji konusunda diğer muhalefet partilerini ile bir araya gelip çözüm aramak doğru olmaz mı?
Milliyetçilik;’’ Türk milletinin mutluluğu, birlik ve beraberliği için çalışmak, bu kutsal vatanı daha güzel, daha bayındır hale getirmek, millî sınırlarımız içinde, millî benliğimizi duyarak varlığımızı yükseltmeye çalışmak’’ değil midir? Yoksa Milliyetçilik, Cumhuriyetin kazanımlarını ve millet egemenliğine dayanan parlamenter sistemi ortadan kaldıran bir siyasi yapıya destek vermek midir? Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere emanet etmiş olduğu Cumhuriyet’i ortadan kaldırmaya çalışan bir siyasi yapıya destek vermek midir? Yoksa yoksa Milliyetçilik, milletin ahde vefası yerine kişi egemenliğine dayalı bir iradeyi savunmak mıdır?
25.04.2019 – SAİT BALCI