HASTALIKLI YAPI
Seçim kaybetmeyi kim ister? Aklı başında olan er kişi elbette seçim kaybetmek istemez. Ancak seçim sonuçlarına etkili olan kriterlerin içinde, aday olan kişide güvenirlilik, söylem ve eylem birliği, iş yapabilme kabiliyeti, partilileri kucaklayabilme, dürüstlük ve bilgi birikimi etkilidir. Bu vasıflara sahip olan kişi hem parti içi seçimleri kazanır, hem de genel ve yerel seçimleri kazanır. Hatta Cumhurbaşkanlığı seçimlerini de kazanır. Burada asıl önemli olan zaten üyesi olduğunuz siyasi partiyi iktidar taşımaktır. Genel ve yerel seçimler yerine salt parti içi seçimleri kazanmanın ne partiye, ne de memlekete bir faydası vardır. Baykal yıllardır parti içi seçimleri kazanmıştır ama maalesef Cumhuriyet Halk Partisini iktidara taşıyamamıştır. Maalesef Kılıçdaroğlu’nun da ondan aşağı yeri kalmadı.
Baykal’dan sonra Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı olan Kemal Kılıçdaroğlu da başlangıçta tüm partilileri kucaklayıcı bir tavır sergiledi, ancak ilerleyen süreç içinde onun da Baykal’dan pek bir farkı kalmadı. Neden mi dersiniz? Açıklayayım. Öncelikle parti örgütlerine verilen vaatlerden başlayacağım. Kılıçdaroğlu kadınlara pozitif ayrımcılık yapmak için, kadınları siyasete özendirmek için kadın kotası uygulayacağı söyledi. Peki, parti içi seçimlerde kadınlara yönelik bir kota uygulaması yaptı mı? Belki birkaç il ve ilçe de uygulamış olabilir. Ancak bu kota ne yerel seçimlerde, ne de genel seçimlerde tam manasıyla uygulanmadı. Parti Meclisinde ve MYK da tanıdığı olan partililer kendilerine her zaman yer buldular. Ya bugünlere kadar hiç bir beklenti olmaksızın seçim çalışmalarında gece gündüz çalışanlar. Seçim çalışmaları sona ermesinden sonra onların hal ve hatırlarını soran oldu mu? Cumhuriyet Halk Partisinin iktidara gelmesinden başka herhangi bir beklenti içinde olmayan gençlik ve kadın kolları üyelerini arayan ve soran var mıdır? Her şeyin seçim çalışmalarından ibaret olduğuna inanırız ya o yüzden. Zaten halktan kopuşumuz da bu yüzdendir. Kendi üyelerini bile arayıp sormayan seçilmişler, seçmenleri ile kucaklaşabilirler mi? Kılıçdaroğlu hastalıklı yapıyı söküp atacağız diyor ama o hastalıklı yapıya da zaten kendisi sahip çıkıyor.
Öyle olmamış olsaydı bugüne kadar seçim kaybetmiş ile ve ilçe başkanlarını çoktan görevden alırdı. Başarısız olan insandan partiye bir hayır gelmeyeceğine göre bu hastalıklı yapıya zamanında teşhisi koyup uygulardı. Ne yazık ki bu konuda Kılıçdaroğlu da Baykal’dan hiç bir farkı olmadığını kanıtladı.
Parti içi demokrasinin hayata geçirilmesi açısından önseçimin ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Tavandan düşen adaylarla seçim kazanılamayacağının anlaşılmasına rağmen eski alışkanlıkların devam etmesine maalesef Kılıçdaroğlu’da seyirci kaldı. Halkın tanımadığı adaya oy vermeyeceğini bile bile eski alışkanlıklara devam etti. Parti örgütlerinin iradesini de hiçe saydı.
Dün Baykal için hizipçi yakıştırması yapanları şimdi ben de sadede davet ediyorum. Şu an Merkez Yürütme Kurulu üyeleri içerisinde laik Cumhuriyeti ve ülkenin bölünmez bütünlüğünü savunan kaç tane Atatürkçü partili vardır söyleyebilir misiniz? MYK içinde Türkiye Barolar Birliği Başkanı olan Metin Feyzioğlu yerine Başbakan Erdoğan’ı savunan partililer vardır. CIA’nın gölge örgütü olan STRATFOR’un TR 705 kodu ile bilinen partili vardır. İkinci Cumhuriyetçi partililer vardır. Cemaat ile el ele kol kola olan partililer vardır. Ancak ne yazık ki geçmişten bugüne, Cumhuriyet Halk Partisinin ilkelerine ve tüzüğüne sıkı sıkıya bağlı Atatürkçü partililerden bir kişi bile yoktur. Peki neden? Çünkü Kılıçdaroğlu da bir nevi hizipçi de ondan.
Şu an konumuz Baykal olmadığı için onu geçiyorum. Peki, Cumhuriyet Halk Partisi Kılıçdaroğlu ile bugüne kadar herhangi bir başarıya imza attı mı? Bugüne kadar yapılmış olan genel seçimlerde İktidara geldi mi? Peki, yerel seçimlerde iktidara geldi mi? Hayır. Peki, partinin oylarını arttırdı mı? Yine hayır. Partinin oylarını % 40 lara taşıyamazsan istifa ederim demesine rağmen istifa etti mi? Hayır. Bugüne kadar sürekli seçim kaybetmelerine rağmen ne Baykal istifa etti, ne de Kılıçdaroğlu. Her ikisi de bugüne kadar her seçim yenilgisi sonrası türlü çeşitli bahanelerle partinin koltuğunda oturmaya devam ettiler. Seçim yenilgilerine rağmen delegeler ile Milletvekilleri de onlara destek olmaya devam ettiler. Neden biliyor musunuz? Yeniden Milletvekili olmak istedikleri için. Partinin tavanı ile ters düşmemek için. Partinin ve memleketin çıkarları yerine kendi çıkarlarının peşine düştükleri için. Bu yüzden siyaseti tabanın yerine hep tavana endekslediler. Burada seçim kazanmış örgütlerinde hiç suçu yok değil. Salt seçim kazanmak da yetmiyor. Seçim kazanmanın yanında seçim kaybetmiş olan partinin tavanı ile de mücadele etmek gerekiyor. Bugüne kadar seçim kazanmış parti örgütleri bu görevi yerine getirmedi. Hal böyle olunca seçim kaybetmiş genel başkanlar koltuklarında oturmaya devam ettiler. Onlar koltuklarını boşaltmadıkları için ne kadar suçlularsa bir o kadarda tepkisiz kalan örgütler suçludur. Şimdi Kılıçdaroğlu’da ‘’hastalıklı yapıyı söküp atacağım’’ diyor ama öte yandan da hastalıklı yapının tam göbeğinde oturmaya devam ediyor. Hastalıklı yapıdan kurtulmak için de önce Kılıçdaroğlu’ndan kurtulmak gerekiyor.
Seçim kaybetmiş olan Kılıçdaroğlu kurultay kararı aldı ama asıl yapması gereken Cumhuriyet Halk Partisinin örgütlerinden özür dileyerek istifa etmesi gerekirdi. Partinin önünü açması gerekirdi. Seçim kaybetmiş bir genel başkandan bu adımları atması beklenirdi. Kılıçdaroğu bu adımları atmak yerine, ‘’kurultay seçiminden sonra artık tolerans göstermeyeceğim’’ diyerek aba altından sopa göstermeyi tercih etti. Kılıçdaroğlu’nun bu tehditlerine, delegelerin boyun eğip eğmeyeceklerini yapılacak olan seçim kurultayında hep beraber göreceğiz. 18.08.2014