AKP’NİN İKTİDARINI MUTLAK SÜRDÜRME STRATEJİSİ
AKP’nin iktidarını sürdürmek için her yolu denediği bir dönemdeyiz. Aslına bakarsanız AKP kurulduğu yıllardan bu yana iktidarı bırakmamak için her türlü siyaseti uyguladı. Doğrusunu söylemek gerekirse bu konuda da başarılı oldu. İktidarı için liberal çevrelerle, çok fazla aydınlanmış sol kesim ile ve cemaatlerle iktidarını paylaşma konusunda hiç tereddüt bile etmedi. Çünkü sonuçta her geçen gün adım adım devleti ele geçiriyordu. İran’da Humeyni toplumun farklı kesimlerini nasıl sindirmiş ise AKP’de benzeri ve farklı yöntemler ile iktidarını adım adım güçlendirdi.
AKP’nin bugünkü mevcut durumu ise önceki dönemlerden biraz farklılık gösteriyor. Bu farklılık önceki dönemlere göre oy ve güç kaybetmiş olmasıdır. AKP artık şimdi böyle bir süreçte de iktidarını devam ettirme gayreti içinde çırpınıyor. Bu duruma en iyi örnek AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın yapılan anketlere inanmadığını bizzat kendisinin açıklamasıydı. Eğer siz eski dönmelerde yapılan seçim anketlerine inanmadığınızı söylemişseniz şimdi de aynı benzer bir açıklamayı yapabilirsiniz. Yok, eğer bugüne kadar yapılan seçim anketlerine ses çıkarmamışsanız şimdi inanmadığınızı söyleyemezsiniz. Yapılan açıklamalar tutarlı olmalıdır. Birbiri ile örtüşmelidir. Yoksa inandırıcı olamazsınız.
AKP şimdilerde seçim anketlerine de yansıyan oy kaybını nasıl telafi edeceğinin endişesini taşıyor. Çünkü hakikaten ciddi oranda oy kaybı var. Oy kitlesinin bir kısmi İyi Parti’ye, Deva Partisi’ne ve Gelecek Partisi’ne kaymış durumdadır. Kürt seçmenleri nezdinde de zaten 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana ciddi anlamda oy kaybetti. Bu oy kaybını ise milliyetçi söylemler ile 1 Kasım seçimlerinde telafi etmişti. Bugünlere kadar zaten milliyetçi söylemler ile idare etti. MHP ile yakınlaşması da zaten milliyetçi söylemlere yönelmesidir. Yoksa iktidarını 7 Haziran 2015 seçimlerinde kaybetmişti.
Cumhur İttifakının oy kaybeden partisi hiç kuşkusuz salt AKP değil. Milliyetçi Hareket Partisi ’de oy kaybı yaşıyor. Seçim barajının % 7’ye indirilmek istenmesinin gerçek sebebi de zaten budur. Buradaki asıl amaç, ileriki dönemde muhalefet partilerinin ittifak ile güçlenmesinin önüne geçmek istemeleridir. Çünkü yeni dönemde seçim ittifaklarını ortadan kaldırmak suretiyle Deva Partisi, Gelecek Partisi ve Saadet Partisi’nin ittifak ile meclise girmesini önlemeyi düşünüyorlar. Milliyetçi Hareket Partisi’nin ise tek başına meclise girebilmesi adına seçim barajını % 7’ye indirmeyi hedefliyorlar. Çünkü MHP’nin oyu % 7’ye inmiş durumdadır. Bu durumu Bahçeli’nin kendisi de itiraf etti. Böylelikle Gelecek Partisi, Deva Partisi ile Saadet Partisi % 7 seçim barajını aşamayacakları için meclis dışında kalacaklar. Bu partilere verilen oylar ise o seçim sandıklarında hangi siyasi parti daha güçlü ise o partiye gitmiş olacak. Buradan hangi siyasi partinin karlı çıkacağını sanırım söylememe gerek yok. Şimdilik düşündükleri plan budur. Yeni gelişmeler stratejinin değişmesine yol açabilir. Çünkü sonuçta ‘’ne olursa olsun hep iktidar olsun’’ stratejisi var. Bu sebeple hiç gitmeyeceklermiş gibi plan yapıyorlar.
AKP’nin iktidarını sürdürme stratejisi salt Deva Partisi, Gelecek Partisi ve Saadet Partisi’ni meclis dışında tutmaya çalışmaktan da ibaret değil. Daha başka planları da var. Bu planlarından bir tanesi Saadet Partisi’ni ikiye bölme planıydı. Ancak bu plan geçerliliğini kaybetti. Çünkü Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Oğuzhan Asiltürk vefat etti. Bu gelişme Cumhur İttifakını derinden üzdü. Saadet partililerini de üzmüştür. Buna hiç şüphe yok. Yoksa rakip oldu diye bir partilinin vefat etmesine sevinmek doğru bir tavır değildir. Ancak hayatın içinde böyle sürprizler de var. Yaşamak varsa vefat etmek de var. Sonuçta AKP’nin Oğuzhan Asiltürk üzerinden Saadet Partisi’ni parçalama stratejisi suya düşmüş oldu.
AKP’nin kaybettiği oy kitlesini geri kazanma veya yeni oy kitlesi kazanma politikasının içinde Kürt seçmenini kazanma girişimi de var. AKP’nin 7 Haziran 2015 seçimleri öncesinde Kürt seçmeni nazarında da ciddi bir oy kitlesi vardı. Ancak AKP bu seçmen kitlesi nezdinde gücünü ciddi anlamda kaybetti. 7 Haziran seçim sonuçlarında bu durum net olarak ortaya çıktı. AKP bu seçmen açığını 1 Kasım seçimlerinde milliyetçi oylar ile telafi etmişti.
Şimdi geldiğimiz nokta itibarıyla milliyetçi oylarda da yetmez hale geldi. AKP bu sebeple Kürt seçmenleri yeniden geri kazanmak istiyor. Bu sebeple seçim ittifaklarını ortadan kaldırmak suretiyle Milliyetçi Hareket Partisi ile sanki ittifakı bozmuş gibi tavır takınmaya hazırlanıyor. Böylelikle Kürt seçmene bir mesaj vermiş olacak. Tabi ki bu bir taktiktir. Cumhur ittifakı, AKP ve MHP’den oluşmasına rağmen hükümette nasıl MHP’li bir bakan olmadığı halde ittifak nasıl devam ediyorsa seçim ittifakı yapmamaları durumunda da bu ittifak devam eder. Bu ittifak ancak ve ancak zamanında veya erken yapılan seçimlerde AKP’nin tek başına meclis çoğunluğunu ele geçirmesi ile sona erer. Yoksa diğer durumlarda bu ittifak gidebileceği yere kadar sürer. Görünürde böyle bir olasılık olmadığına göre AKP MHP ittifakı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tekrar seçilmesi halinde devam eder. AKP’nin Kürt seçmeni kazanma adına MHP ile taktik gereği kavga etmesine rağmen devam eder. Bu süreçte koparabildikleri oranda Kürt seçmeninin oyunu alarak ittifaklarına devam ederler. Peki, Kürt seçmen bu oyuna gelir mi? Asıl yanıtlanması gereken soru da zaten budur.
AKP uzun bir süredir milliyetçi oy kitlesini bünyesinde korumaya çalışırken öte yandan da Kürt seçmenini kazanma adına yeni hamleler yapıyordu. Bu hamlelerden birisi, de yeniden Açılım Sürecine dönme sinyallileridir. Zaten Açılım Süreci tamamen bitirilmemişti. Sadece ve sadece dondurulmuştu. İşte şimdi bu plan yeniden ısıtılıyor. Bildiğiniz üzere emperyalist ülkelerin Türk Ordusunu etkisini kırma ve itibarsızlaştırma planları vardı. Bu plan çerçevesinde Büyük Ortadoğu Projesi hayata geçecekti. Büyük Ortadoğu Projesi’nin Irak ve Suriye ayağının nasıl harekete geçirildiğini sanırım anlatmama gerek yok. Keza Libya ayağını da hatırlıyor olmalısınız. Demokrasi vaadi ile Arap Baharlarını yazmama hiç gerek yok. Bu planlar çerçevesinde binlerce masum insan hayatını kaybetti. Ancak bu planları hayata geçirenler hiçbir zaman yargılanmadılar. Dünyada gerçek bir denge unsuru oluşmadıkça da yargılanmaları hiçbir zaman mümkün değil. Çünkü dünyayı bu küresel güçler yönetiyor. Başlarında da ABD ve İngiltere gibi terörist ülkeler var.
Geçenlerde Büyük Ortadoğu Projesi’nin uygulayıcılarından birisi olan ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Colin L.Powell vefat etti. Peki, bu Colin L.Powell kimdi biliyor musunuz? Colin L.Powell, Büyük Ortadoğu Projesi’nin Irak ayağını başlatmak üzere bu ülkede kimyasal silahlar var yalanını atan eski ABD Genel Kurmay Başkanıydı. Colin L. Powell Irak işgal edildikten ve binlerce masum insan hayatını kaybettikten sonra Irak’ta kimyasal silah olmadığını ve bu yalanı Irak’ı işgal etmenin bir bahanesi olarak kullandıklarını itiraf etmişti. Büyük Ortadoğu Projesi yeni adıyla Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi işte budur. Açılım Süreci de bu büyük projeye hizmet eden ve AKP tarafından uygulanıp buzdolabına kaldırılan şimdilerde yeniden ısıtılmaya başlanan ülkemizi Ortadoğu bataklığına sürükleyecek olan bir projedir. AKP şimdi yine bu plan ile küresel güçlerden destek almayı hedefliyor.
Peki, AKP Açılım sürecinin hayata geçmesi için hangi adımları atıyor? Bir başka anlatım ile AKP iktidarını kesintisiz devam ettirmek için Kürt seçmenini nasıl tavlayacak? Bu sorulara yanıt vermeye çalışacağım. AKP uzun zamandır bu konuda adım atmaya başladı. Bildiğiniz üzere Balyoz Davası, Türk Ordusunun muvazzaf subaylarını tutuklamak suretiyle PKK Terör Örgütü’ne karşı operasyon yapılmasını önlemek için başlatılmış bir davadır. Bu dava 20 Ocak 2010 tarihinde Taraf Gazetesinde çıkan bir haber sonucu 19 Haziran 2010 tarihinde İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesince başlatılan Türk Ordusunu çökertmek için başlatılmış bir davadır. Açılan bu dava 21.09.2012 tarihinde sona erdi. Davada yargılanan askerlere 20 yıl gibi büyük cezalar verildi. Daha sonra Anayasa Mahkemesi 18 Haziran 2014 tarihinde verdiği karar ile Balyoz Davasının hak ihtilali olduğuna karar verdi. Davanın tekrar görüşülmesi sonucu yargılanan askerler beraat ettiler. Böylelikle emperyalist oyun bozulmuş oldu. Ancak daha sonra 14 Haziran 2021 tarihinde Yargıtay 16. Ceza Dairesi Çetin Doğan, İhsan Balabanlı, Behzat Balta, Mehmet Kaya Varol, Metin Yavuz Yalçın, Erdal Akyazan ve Emin Küçükkılıç’a verilen beraat kararlarını bozdu. Bu karar hiç kuşkusuz hukuki değil siyasi bir karardır. Keza 28 Şubat Davası da bu kapsamdadır.
AKP şimdi yeniden ısıtılan Balyoz Davası ve 28 Şubat Davası ile küresel güçlere sözde demokrasi adı altında mesaj veriyor. Ülkenizin ordusunu ne kadar hırpalarsanız küresel güçler nezdinde o kadar itibar görüyorsunuz. AKP bugüne kadar ABD’ye çok ödün verdi. Verdiği ödünlerin kaymağını da yedi. Küresel güçler kendi ordusunu ortadan kaldıran bir iktidara alkış tutarlar. Çünkü ordusu dağıtılmış ve tutuklanmış bir ülkeyi ele geçirmek oldukça kolaydır. Osmanlı İmparatorluğu’nu da böyle çökertmişlerdi. Bu sebeple küresel güçler ordusunu dağıtan her iktidarı severler ve desteklerler. Ancak AKP bu kozunu eskisi gibi artık oynayamıyor. Çünkü ortada ülkemizin NATO tarafından işgal edilmesi için TBMM’nin almış olduğu bir karar var. Bu karar ortada iken ABD’nin eskisi kadar AKP’ye ihtiyacı yok. Çünkü zaten alacağını almış.
Geldiğimiz durum itibarıyla ekonomi tam anlamıyla çöktü. İnsan hak ve özgürlükleri ayaklar altına alındı. Demokrasi diye bir şey de kalmadı. İşçi, köylü ve dar gelirli vatandaşlar son yapılan zamlardan sonra geçinemez hale geldi. Dış siyaset anlamında son yılların en kötü dönemini yaşıyoruz. Böyle bir ortamda ayakta kalmak ve halen daha hiçbir şey olmamış gibi davranmak kabul edilebilir bir durum değildir. İktidarlar ülkeyi yönetemedikleri böyle durumlarda istifa ederler. Böylelikle hem ülkenin daha fazla kargaşa ortamına sürüklenmesini önlerler, hem de ülkenin önünü açarlar. Demokrasi ile yönetilen ülkelerde uygulama böyle işler. Her zaman seçim beklenmez. Bu durum demokrasinin zaten bir gereğidir. Ancak demokrasi olmayan ülkelerde işleyiş tam tersine işler.
Çanlar artık AKP’nin aleyhine çalıyor. Bu sebeple AKP’yi önümüzdeki dönemde zor günler bekliyor. Ekonominin çökmesi ve insanların geçim sıkıntısına düşmesi de oy kaybını arttırdı. Ancak görünen o ki, AKP şimdilik bu riski almış görünüyor. Zaten bu aşmada yapabileceği de pek bir şey yok. Elinde sihirli değnek de yok. Daha evvel Avrupalı ülkelerin destekleri ile güç kazanıyordu. Şimdi böyle bir avantajı da kaybetti. Hatta bu avantajlar şimdi dezavantaja dönüştü. Kara para aklama konusunda gri listeye alınmamız bu duruma verilecek en büyük örnektir. Büyükelçilerin yaptıkları açıklamalar da bu kapsamdadır. Büyükelçilerin ülkemize karşı takınmış oldukları tavırları kabul etmek elbet mümkün değil ancak öte taraftan da ülkeyi bu duruma düşürmek kabul edilecek bir durum değildir.
İktidardan düşmemek adına ülkeyi daha fazla çıkmaza sürüklemek, geçmişin yanlışlarını tekrar hayata geçirmeye çalışmak ülkeye hiçbir şey kazandırmaz. Böylesine bir durum sadece ve sadece belki bir dönem daha iktidarın ömrünü uzatır ancak öte yandan da ülkenin daha fazla çıkmaza sürüklenmesine neden olur. Geçmişte Osmanlı İmparatorluğu nasıl çökmüş ise bugünde benzeri bir dönem yaşıyoruz. Dün Mustafa Kemal Atatürk vardı. Atatürk sayesinde ülkemizi hem fiziki, hem de ekonomik işgalden kurtarmıştık. Peki, bugün kim var? Ülkemizi yarın bu çöküntüden kim kurtaracak? Bu soruya yanıt verebilir misiniz?
Seçim kazanma adına her türlü siyaseti yapmak mubah değildir. Bugün seçimi kazanabilirsiniz ancak seçim uğruna küresel güçlere verdiğiniz ödünlerden dolayı ülkeyi bir daha kolay kolay düzeltemezsiniz. Çünkü ekonomik ve siyasi yönden çökmüş bir ülkenin fiziki yönden kuşatılmış ve işgal edilmiş bir ülkeden hiçbir farkı yoktur. 25.10.2021