RUSYA’NIN UKRAYNA’YA MÜDAHALESİ VE AVRUPALI ÜLKELERİN İKİYÜZLÜ TUTUMU
Gündemde doğal olarak Rusya’nın 24.02.2022 günü Ukrayna’ya başlatmış olduğu sınır dışı harekât var. Bu harekât üzerine ABD, NATO ve batılı ülkeler ardı ardına Rusya’ya yaptırım kararları almaya başladılar. Ancak batılı ülkeler bu harekât öncesinde Ukrayna’nın Minsk Anlaşmasını tam olarak uygulayıp uygulamadığını sorgulamıyorlar. Çünkü işlerine gelmiyor. Çünkü ABD Biden’in seçilmesiyle birlikte eski savaş çığırtkanlığına geri döndü. Öte yandan ABD bu hareket ile batılı ülkeleri yularlarından yine NATO’ya bağladı. Onlar da şimdi Irak’ı, Libya’yı ve Suriye’yi işgal eden sanki ABD değilmiş gibi ABD ile birlikte Rusya’yı kınıyorlar ve bu ülkeye ardı ardına yaptırım kararları alıyorlar. İşgalin alasını yapan ABD ile işgale karşı çıkıyorlar.
Her şey Sovyetler Birliği’nin 08.12.1991 tarihinde dağılmasıyla başladı. Bu dağılma sürecinin mimarları Boris Yeltsin ile Mihail Gorbaçov’du. Çünkü bu liderler Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde dönemin ABD Başkanı George W Bush ile gizli gizli yaptıkları telefon görüşmeleri ile ABD’nin Sovyetler Birliği’ni dağıtma sürecinde aktif rol almışlardı. Boris Yetsin ile Mihail Gorbaçov’un Bush ile yapmış oldukları telefon görüşmelerini ‘’Tek Kutuplu Dünya Düzeninden Çok Kutuplu Dünya Düzenine’’ adlı kitabımda ayrıntılı olarak yazdım. Mihail Gorbaçov ile Boris Yeltsin’in Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde nasıl aktif rol aldıklarını merak edenler bu kitabı okuyarak öğrenebilirler.
Eski ABD Başkanı George H. W. Bush, eski İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher, eski Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand, eski Almanya Şansölyesi Helmut Kohl ile bu ülkelerin dışişleri bakanlarının SSCB dağılmadan kısa süre önce eski Varşova Paktı ülkelerinin NATO’ya girmeyeceğine dair söz vermişlerdi. Ancak bu söz tutulmadı. Çünkü batılı ülkeler verdikleri söz yerine günün koşullarındaki kazanımlarına baktılar. Burada önemli olan batılı ülkelerin verdikleri söze sadık kalmalarını beklemek değil, bu ülkelerin her an vermiş oldukları sözden cayabileceklerini var sayarak Sovyetler Birliği’ni ayakta tutmaktı. Ancak ne yazık ki ortada iki tane ABD ajanı vardı. Ve bu ajanlar her ne olursa olsun ABD’nin çıkarları adına Sovyetler Birliği’ni dağıtmaya söz vermişlerdi. Dolayısıyla batılı ülkelerin NATO’nun Varşova Paktı ülkelerine doğru genişlemeyeceğine dair verdikleri sözün de hiçbir anlamı yoktu.
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra gelişmeler elbette batılı ülkelerin ve ABD’nin istediği gibi gelişti. Polonya, Çek cumhuriyeti ve Macaristan 1999, Bulgaristan, Slovakya, Slovenya, Baltık ülkeleri 2004′ te Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı’na (NATO) katıldılar. Böylelikle NATO Varşova Paktı ülkelerinin katılımı ile Rusya’ya doğru genişlemiş oldu. Bu kuşatmanın diğer bir anlamı da Rusya’nın eski Sovyetler Birliği’nin gücüne ulaşmaması ve bağımsız kalan devletler ile güç birliğinde bulunamaması adına yapılan kuşatmaydı.
Kuşatılmış Rusya bu süreçte kendi kabuğuna çekilerek varlığını sürdürmeye çalıştı. Suya sabuna dokunmayarak gelişmesini içten içten sürdürdü. Bir taraftan ekonomisini toparlarken diğer taraftan da varlığını hissettirmeye çalıştı. Bu durumun en basit göstergesi 10.02.2007 tarihinde yapılan Münih Güvenlik Konferansı’ydı. Rusya Devlet Başkanı bu konferansta ABD’ye karşı tam anlamıyla rest çekti. Rusya böylelikle NATO’nun yüklendiği yeni görevi de yüksek perdeden açıklamış oldu.
…
NATO’nun doğu genişlemesine ilişkin algımıza gelince, verilen ve bugün uygulanmayan garantilerden daha önce bahsetmiştim. Bunun uluslararası ilişkilerde normal bir uygulama olduğunu düşünüyor musunuz? Ama pekâlâ, unut gitsin. Bu garantileri unutun. Demokrasi ve NATO’nun genişlemesi ile ilgili olarak. NATO, BM’nin aksine evrensel bir organizasyon değildir. Her şeyden önce askeri ve politik bir ittifaktır, askeri ve politik! Eh, kişinin kendi güvenliğini sağlamak, herhangi bir egemen devletin hakkıdır. Biz buna karşı çıkmıyoruz. Elbette buna itiraz etmiyoruz. Peki, bu genişleme sırasında sınırlarımıza askeri altyapı koymak neden gerekli? Birisi bu soruyu cevaplayabilir mi?
…
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in her geçen gün Rusya’yı toparlamaya başladığı uluslararası toplantılarda net bir şekilde ortaya çıkıyordu. Bu durum elbette ABD açısından kabul edilemez bir durumdu. Çünkü ABD’ye göre Rusya başını kaldıramamalı ve güçlenmemeliydi. Hiçbir ülke ABD’nin gücüne ulaşmamalıydı. ABD tek başına dünyanın hâkimiyetini elinde tutmalıydı. ABD’nin çıkarları adına düşmanın başı her an ezilmeliydi. Yoksa güçlenen düşman dünyayı yönetmeye aday olabilirdi. Böyle bir durum ABD’nin siyasi ve ekonomik çıkarlarına da ters gelirdi. Bu sebeple ABD Rusya’yı sürekli çevreleme politikası içinde tuttu.
ABD eski Varşova Paktı ülkelerini NATO’ya almasından sonra yine durmadı. Rusya’yı baskı altına almak için sürekli yeni hamleler yaptı. Rusya’yı daha fazla sıkıştırmak için Ukrayna’yı maşa olarak seçti. Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’in Avrupa Birliği ile Ortaklık Anlaşması yapmaması üzerine bu ülkeyi kargaşa ortamına sürüklemek için beslediği ajanlar vasıtasıyla protesto eylemlerini başlattı. Değişik bahanelerle hükümeti eleştiri bombardımanına tutturdu. Böylelikle ülkede şiddet eylemleri arttı. Batı yanlısı göstericiler 8 Aralık 2013 tarihinde Kiev’de Lenin’in heykelini yıktılar.
2014 yılının Şubat ayında yapılan protestolar çatışmaya dönüştü. Hükümet yapılan gösterileri bastırmak için çok çaba sarf etti ancak başarılı olamadı. Gelişmeler üzerine 20 Şubat 2014 tarihinde ateşkes ilan edildi. Devlet Başkanı Yanukoviç protestocuların egemen olduğu parlamento tarafından görevden alındı.
Gelişmeler üzerine Kırım Özerk Cumhuriyet Meclisi de Ukrayna’dan ayrılma yönünde referandum yapma kararı aldı. 16 Mart 2014’te yapılan referandum sonuçlarına göre Sivastopol halkının yüzde 95.60’ı, Kırım Özerk Cumhuriyeti’nin ise yüzde 96.77’si Rusya’ya katılma yönünde oy verdi.
2014 yılının Nisan ayında ise geçici hükümetinin Ukrayna’nın doğusunda Rus kökenlilerin yoğun olduğu bölgelerde baskıcı bir politika uygulaması sonucunda Donetsk ve Lugansk’ta hükümet karşıtı protestolar başladı. Ukrayna hükümeti seçilmiş valileri görevden alarak bu illere kendi valilerini atadı. Bu sürecin ardından Donetsk ve Lugansk bölgelerinde halk valilikleri ele geçirdi ve bağımsızlık bildirgelerini ilan ettiler.
11 Mayıs 2014 tarihinde de Donetsk ve Lugansk bölgelerinde düzenlenen referandum ile ezici çoğunluğun bağımsızlık yönündeki oyuyla Donetsk Halk Cumhuriyeti ve Lugansk Halk Cumhuriyeti kabul edildi.
Gelişmeler üzerine Ukrayna ordusu kısa bir süre sonra sivilleri gözetmeksizin saldırıya geçti. Karadan ve havadan harekâta başladılar. Donetsk ve Lugansk’taki halkın direnişi ile yoğun çatışmalar yaşandı. Ukrayna’nın hava saldırılarında binlerce sivil hayatını kaybetti ve yaralandı.
Bunun üzerine Donetsk ve Luhansk bölgesindeki çatışmaları durdurmak amacıyla Almanya ve Fransa’nın da katılımıyla Belarus’un başkenti Minsk’te görüşmeler yapıldı. Donbass bölgesindeki çatışmaları durdurmak amacıyla Ukrayna, Rusya Federasyonu, Donetsk Halk Cumhuriyeti, Luhansk Halk Cumhuriyeti ve Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı (AGİT) temsilcileri tarafından 5 Eylül 2014 tarihinde Minsk Anlaşması imzalandı.
1.Minsk Anlaşmasının Maddeleri:
1. Derhal ateşkes ilanı edilmesi,
2. Ukrayna’daki silahlı gruplar askeri donanım, savaşçılar ve paralı askerlerin geri çekilmesi,
3. Ateşkesin Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı AGİT tarafından gözlenip denetlenmesi,
4. Donetsk ve Luhansk’daki göstericilerin kontrolündeki bölgelere yönetim yetkilerinin devredilmesi
5. Ukrayna-Rusya sınırının AGİT tarafından gözlenmesi ve sınırda tampon güvenlik bölgeleri oluşturulması,
6. “Kapsayıcı ulusal diyalog”un devam ettirilmesi,
7. Donetsk ve Luhansk’da erken yerel seçime gidilmesi,
Yapılan Minsk Anlaşması çatışmaları durduramadı. Çünkü batılı ülkelerin güdümünde olan Ukrayna hükümeti Donetsk ve Luhansk bölgelerinin Rusya yanlısı tutumlarını hiçbir zaman kabul etmedi ve bu bölgeleri sürekli baskı altında tuttu. Ukrayna hükümetinin bu tutumu imzalanan Minsk Anlaşmasının da geçersiz kalmasına neden oldu.
5.09.2014 Tarihinde imzalanan Minsk Anlaşmasının başarısız olması üzerine Almanya ve Fransa’nın arabuluculuğunda, Rusya, Ukrayna, Almanya ve Fransa liderleri 11-12 Şubat 2015 tarihlerinde tekrar Belarus’ta toplanarak yeni bir Minsk anlaşması hazırladılar. Minsk 2 Anlaşması olarak da bilinen 13 maddelik yeni ateşkes protokolü Rusya, Ukrayna, AGİT ve Doğu Ukrayna’daki 2 ayrılıkçı bölge temsilcileri tarafından imzalandı.
2.Minsk Anlaşmasının Maddeleri:
1. Acil ve kapsamlı bir ateşkes
2. Her iki tarafça da tüm ağır silahların geri çekilmesi
3. AGİT tarafından izleme ve doğrulama
4. Donetsk ve Luhansk bölgeleri için Ukrayna yasalarına uygun olarak geçici özyönetim konusunda bir diyalog başlatmak ve bir parlamento kararıyla bu bölgelerin özel statüsünü tanımak
5. Çatışmaya katılan insanlar için af
6. Rehine ve mahkûm değişimi
7. İnsani yardım sağlanması
8. Emekli maaşları da dahil olmak üzere sosyo-ekonomik bağların yeniden başlatılması.
9. Ukrayna hükümeti tarafından devlet sınırının tam kontrolünü tekrar düzenlenmesi
10. Tüm yabancı silahlı oluşumların, askeri teçhizatın ve paralı askerlerin geri çekilmesi.
11. Donetsk ve Luhansk’tan özel olarak bahsederek, merkeziyetçi olmayan anayasa reformu.
12. Donetsk ve Luhansk’ta temsilcileriyle mutabık kalınacak şartlara göre seçimlerin düzenlenmesi
13. Rusya, Ukrayna ve AGİT temsilcilerinden oluşan Üçlü Temas Grubunun çalışmalarını yoğunlaştırmak
1.Minsk Anlaşmasının uygulanmasında yaşanan sorunların bazıları Minsk 2 Anlaşmasının sonrasında da devam etti. Aralık 2021 tarihinde Rusya Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı Valery Gerasimov, Ukrayna’nın Minsk Anlaşmalarını yerine getirmediğini açıkladı. Aynı zamanda Ukrayna silahlı kuvvetlerinin Donbass’ta ABD tarafından tedarik edilen Javelin tanksavar füze sistemlerini kullanmaya başladıklarını duyurdu. Valery Geresimov Ukrayna’nın Türkiye’den satın alınan insansız hava araçlarını da kullanıldığını açıkladı.
Ukrayna’nın Donetsk ve Luhansk bölgelerinde yaşanan gelişmeler Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in rahatsız olmasına yol açtı. Putin bu sebeplerle sorunu barışçıl yöntemlerle çözmek için yeni arayışlara yöneldi. Başta ABD olmak üzere Avrupalı liderlerle Rusya’nın güvenliği ile ilgili kırmızıçizgilerini paylaştı. Putin yaptığı görüşmelerde NATO’nun Asya’ya doğru genişlemesinin Rusya’nın güvenliğini tehdit eder hale geldiğini önemle vurguladı.
Rusya, ABD ve NATO’ya Avrupa’nın güvenliği konusunda 2 ayrı taslak metin sundu. NATO’nun, Doğu Avrupa ülkelerinden çekilmesi başta olmak üzere Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya katılımının önlenmesi gibi önemli maddelerin bulunduğu taslak ile ilgili bilgi, Cenevre ve Brüksel’de taraflar arasında ele alındıktan sonra Rusya’ya yanıt verileceği açıklandı.
ABD Başkanı Biden ise Rusya’nın güvenlik garantisi tekliflerine yanıt olarak yazdığı mektupta Ukrayna’nın kendi müttefiklerini seçebileceğini belirtti. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ise “Rusya’nın endişelerini dinlemeye ve diplomasiyle çözmeye hazırız” yanıtını verdi. Bu yanıt Rusya’nın teklifinin ret edildiğinden başka bir anlama gelmiyordu. ABD Dışişleri Bakanı Blinken de bu konuda açık ve net bir şekilde “ABD ve NATO, ittifakın açık kapı politikasına verdiği desteği değiştirmeyecek. Ukrayna’nın egemenliği ve toprak bütünlüğü, devletlerin kendi güvenlik düzenlemelerini ve ittifaklarını seçme hakkı da dahil olmak üzere, korumayı ve savunmayı taahhüt ettiğimiz temel ilkeler olduğunu açıkça belirtiyoruz” dedi.
17.02.2022 Tarihinde ABD Başkanı Biden ile Rusya Devlet Başkanı Putin arasında 1 saat süren bir telefon görüşmesi yapıldı. Yapılan telefon görüşmesinde taraflar birbirlerinden sonuç elde edici bir yanıt alamadılar. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bu telefon görüşmesinde diplomasiyi sonuna kadar kullanmak suretiyle Ukrayna sorununu barışçıl bir yöntemle çözmeye çalıştı. Ancak Biden Ukrayna’yı Rusya’ya karşı piyon olarak kullanmak istediğinden dolayı Putin’in önerilerini ret etti. Biden bu telefon görüşmesinde Rusya’nın güvenlik garantisi teklifine olumlu yanıt vermiş olsaydı, Rusya’nın Ukrayna’ya harekât düzenlemesine gerek kalmayacaktı.
ABD ve NATO’nun verdiği yanıttan memnun olmadığını dile getiren Rusya, güvenlik garantileri taslağı konusunda cevap mektubu yayınladı. Rusya Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan 11 sayfalık mektupta, Ukrayna’nın NATO’ya dâhil edilmesi durumunda Rusya ile NATO’nun karşı karşıya gelebileceği ifade edildi. Ukrayna NATO’ya kabul edilirse Ukrayna’nın Kırım’ı güç yoluyla geri alma girişiminde bulunabileceği dile getirildi.
ABD’ye yazılan mektupta Rusya sınırlarına yakın yerlerde artan ABD ve NATO askeri faaliyetleri endişe verici olduğu vurgulandı. Rusya topraklarındaki belirli bölgelerden askerlerin çekilmesine yönelik nihai talepler ve buna daha sert yaptırım tehditleri kabul edilemez ve gerçek mutabakatlara varma umutlarını baltaladığı vurgulandı. ABD ve NATO’nun, barış ve güvenliği koruma alanındaki uluslararası yükümlülüklerinin yerine getirmesi dile getirildi.
Ukrayna’nın 17.02.2022 tarihinde Donetsk ve Lugansk’a yönelik saldırılarını artırması üzerine bölgedeki siviller Rusya’ya tahliye edilmeye başlandı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Donetsk Halk Cumhuriyeti Başkanı Denis Puşilin ve Lugansk Halk Cumhuriyeti Başkanı Leonid Paseçnik’in talepleri üzerine bu bölgelerin bağımsızlıklarını 21.02.2022 tarihinde tanıma kararını imzaladı. Rusya böylelikle bu bölgelerde yaşayan Rus halkını taleplerine yanıt vermiş oluyordu. Bu hareket aynı zamanda Ukrayna topraklarında bulunan Kırım’dan sonra Donetsk ve Lugansk bölgelerinin de Rusya’ya katılmasının önünü açıyordu.
Nihayetinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin 24.02.2022 tarihinde Rusya halkına hitaben bir konuşma yaptı. Bu konuşma aynı zamanda Donetsk ve Lugansk bölgelerine yapılan harekâtın habercisiydi. Böylelikle Rusya Ukrayna topraklarında yaşayan Kırım halkından sonra Donetsk ve Lugansk bölgelerinde yaşayan Rus halkını Ukrayna’nın yapmış olduğu baskılardan kurtarma girişimine adım atmış oldu.
Gelinen durum itibarıyla başta ABD olmak üzere bütün Avrupa ülkeleri Rusya’yı kınamaya ve yaptırım kararlarını uygulamaya başladılar. Bir ülkeyi işgal etmek elbette doğru değildir. Ancak kınama ve yaptırım kararlarının uygulanmasına karar verilmeden evvel benzer bir işgali uygulayan bir devlete kınama ve aynı yaptırım kararlarının uygulanıp uygulanmadığına bakmak gerekir.
ABD’nin bağımsız ülkelerin içişlerine karıştığı olaylar:
İtalya 1948
İtalyan Komünist Partisi öncülüğünde kurulan koalisyonun zaferine engel olmak:
Karşıt partilerin seçim kampanyalarına maddi yardım yapmak, yardımı reddeden İtalyanlara ise şantaj yapmak. Komünist Parti 1948 seçimleriyle beraber, ardından gelen 7 seçimi daha kaybetti.
Filipinler 1953
ABD yanlısı bir hükümet kurmak:
CIA, Ramon Magsaysay’ın seçim kampanyasına destek verdi. Seçilen devlet başkanı ABD’yi destekledi.
İran 1953
İran Başbakanı Muhammed Musaddık’ın hükümetini düşürerek İran petrollerini ele geçirmek.
Meclis ve ordu mensuplarına, basın çalışanları ve gazetecilere Musaddık hükümetini güçsüzleştirmeleri için rüşvet verildi. Hükümet karşıtı kitlesel eylemler kurgulandı. Demokratik seçimle başa gelen Ulusal Cephe Partisi hükümeti düşürüldü. İran’dan sürülen Muhammed Rıza Şah Pehlevi ülkeye geri döndü. 1979 yılında gerçekleştirilen İslami Devrimi’nde hükümeti düşürülene dek, Amerika Birleşik Devletleri’yle müttefik olmayı sürdürdü.
Guatemela 1954
Devlet Başkanı Jacobo Arbenz’in hükümetini düşürmek.
Paralı askerler ve sahte haberler. Amerika’nın tam teşekküllü istilasından korkulduğundan, operasyon başarıyla tamamlandı. Kurulan diktatörlük rejimi 1996 yılına dek hüküm sürdü.
Lübnan 1957
Lübnan komünist ve sosyalistlerinin, dünyaya komünizm etkisi yaymalarını engellemek.
Lübnan Ulusal Liberal Partisi, ABD hükümeti ve petrol şirketleri tarafından finanse edilerek 1957 seçimlerini kazandı. ABD birlikleri Lübnan’a girdi ve karşıt görüşlü taraflar arasında iç savaş çıkmasını tetikledi. Lübnan Eisenhower Doktrini’ni reddederek, pozitif tarafsızlık ilkesini benimsedi.
Japonya 1958
Sosyalistlerin meclisteki çoğunluğunu önlemek.
CIA, Liberal Demokrat Parti’nin örtülü Amerikan ödenekleriyle sosyalistleri desteklediği dedikodusunu yaydı. Sosyalistler, 90’ların başına dek parlamentoda çoğunluğu sağlayamadı.
Küba 1961
Devrimci Fidel Castro hükümetini devirmek.
Karşıt görüşlü Kübalılar, ABD desteğiyle askeri olarak örgütlendirildi. Operasyon başarılı olmadı.
Brezilya 1964
Güney Amerika ve Brezilya üzerindeki ABD kontrolünü sürdürerek, Sovyetler Birliği’yle olası yakınlaşmalarını önlemek.
Brezilya Devlet Başkanı João Goulart’ı düşürmek ve ülkede askeri diktatörlük kurmak. Askeri diktatörlük kuruldu, Brezilya ekonomik ve siyasi olarak ABD’nin etkisi altına girdi. Sansür, eziyet ve işkence sonucu birçok vatandaş sırra kadem bastı.
Dominik Cumhuriyeti 1965
Ülkenin iç karışıklıklarından yararlanarak bölgede ABD’nin çıkarlarını korumak ve ikinci bir Küba’nın oluşmasını engellemek.
Dominik Cumhuriyeti’ndeki iç karışıklıklar tehlikeli seviyelere ulaştığında, ABD Başkanı Lyndon Johnson ülkenin sol devrimcileri yenebileceğini düşünerek bizzat askeri müdahale emri verdi. Çatışmalar sona erdi ve diktatör cumhurbaşkanının gücü sağlamlaştı.
Yunanistan 1967
Seçimlerde ABD karşıtı Merkez Parti’nin kazanmasını engellemek.
Askeri darbe desteklendi, CIA siyasi suikast ve işkencelere karıştı.
Eski bir CIA ajanı olan faşist Georgios Papadopoulos’un öncülüğündeki Yunanistan askerî cuntası, ülkede korku salmaya başladı. Rejimin ilk ayında 8.000 kişi idam edildi.
Şili 1973
Salvador Allende öncülüğündeki sol görüşlü koalisyon hükümeti düşürmek ve Şili’yi eskisi gibi ABD etkisi altına almak.
Ekonomi ve bilgi harbi. Sol görüşlü Milli Birlik koalisyon hükümeti düşürüldü ve Devlet Başkanı Salvador Allende intihar etti.
Grenada 1983
Komünist hükümeti devirmek.
Askeri müdahale. Grenada’nın Küba ve Sovyetler Birliği’yle yakınlaşması ABD’yi endişelendirmişti. Radikal komünist bir hükümetin iktidara gelmesinin ardından, Reagan askeri müdahale emri verdi. ABD işbirliğiyle ülkedeki sol ideolojinin önü kesildi.
Afganistan 1979 – 1989
Mücahitler ve diğer Afgan gruplara direnişlerini sürdürmek üzere mali ve askeri destek sağlandı.
Sovyetler Birliği tarafından desteklenen sayısız silahlı grup ve NATO’nun desteklediği Afgan Mücahitler arasında silahlı çatışmalar yaşandı.
Panama 1989
Panama Devlet Başkanı Manuel Noriega’nın etkisini azaltmak ve Panama Kanalı görüşmelerini garanti altına almak
Noriega’nın hükümeti düşürüldü. Uluslararası kamuoyu, çokça tahribat ve sivil kaybına neden olan bu operasyonu kınadı.
Nikaragua 1990
Amerikan destekli aday Viotela Chamorro’yu desteklemek.
Ekonomik terör ve bilgi harbi. Daniel Ortega seçimi kaybetti.
Çekoslovakya 1990
Son 40 yılın ardından, komünist olmayan ilk başkanının seçilmesi.
ABD, komünist rakibine karşı Vaclav Havel’in partisini destekledi. Havel seçimi kazandı ve Çekoslovakya dağıldı.
Yugoslavya 2000
Yugoslavya Başkanı Slobodan Miloşeviç’i düşürmek.
1992 yılında ekonomik yaptırımlar uygulandı, 1999 yılında NATO askeri müdahalesi gerçekleştirildi, bağımsız medya ve sivil toplum kuruluşları finanse edildi. Slobodan Miloşeviç seçimleri kaybetti ve hükümet karşıtı eylemlerle görevinden alındı. 2003 yılında Yugoslavya dağıldı. 2008 yılında Kosova, Batılı devletlerin desteğiyle tek taraflı bağımsızlığını ilan etti.
Irak 2003
Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin ve Baas Partisi hükümetini devirmek, Irak’ın kimyasal ve biyolojik silahlarını yok etmek.
ABD, İngiltere ve koalisyon güçleri askeri müdahalede bulundu. Ülke (15 Aralık 2011’e dek) işgal edildi, ve ABD kontrolünde bir hükümet kuruldu. Meşru hükümet düşürüldü. Bölgenin geniş petrol yataklarını işletme hakkı elde edildi. Irak hükümeti ve sivil kuruluşlar gözden düştü. Farklı etnik ve dini aidiyetlere sahip gruplar karşı karşıya geldi.
Gürcistan 2003
Gürcistan’da, özellikle de Karadeniz kıyılarında hâkimiyet kurmak.
Rusya’yla olan ekonomik ve siyasi ilişkileri zayıflatmak Kadife Devrim’i finanse ederek karşıt görüşlü hareket, parti ve kampanyalara maddi destek sağladı. Gül Devrimi sonucu ABD yanlısı Mihail Saakaşvili iktidara geldi. Tiflis’in askeri müdahalesi sonucu Güney Osetya, 2008 yılında Gürcistan’dan ayrıldı.
Ukrayna 2004 – 2013
Rusya’ya komşu bir ülkede ABD etkisi tesis etmek, Karadeniz’de kontrol sağlamak ve NATO’nun Rusya sınırlarındaki mevcudiyetini genişletmek.Karşıt görüşlü parti ve adayların seçim kampanyalarını finanse etmek Devlet Başkanı Yanukoviç’i devirmeyi amaçlayan hükümet karşıtı Meydan eylemleri başladı. İç savaş ve ekonomik kriz meydana geldi.
Libya 2011
Muammer Kaddafi’yi devirmek.
ABD, Libya ordusu ve emniyet teşkilatlarıyla çatışan silahlı birliklere maddi ve askeri yardım sağladı. Amerika Birleşik Devletleri ve NATO, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Lübnan’da belirlediği uçuşa yasaklı bölgeyi bahane ederek askeri müdahalede bulundu. Muammer Kaddafi, silahlı bir grubun, konvoyuna gerçekleştirdiği saldırıyla öldürüldü ve böylece hükümet düştü. On binlerce sivil yaşamını yitirdi. Günümüzde, ülkede hala muhalefet halinde olan ve birbirlerini tanımayan iki hükümet mevcut. Ülkenin birçok şehrinde IŞİD de dâhil olmak üzere birçok cihatçı grup kol geziyor. Petrol bölgelerinin çoğu ya IŞİD ya da diğer silahlı gruplar tarafından işgal edilmiş durumda.
Suriye 2011 – 2019
Esad hükümetini düşürmek.
ABD, dış ülkelerin müdahalesini önlemeye çalışan hükümeti düşürmek amacıyla karşıt gruplara mali ve askeri yardımda bulundu ve ekonomik reformları baltaladı. Beşar Esad’dan görevinden ayrılması istendi. Petrol ambargosu uygulandı ve ülkenin toprakları bombalandı. Ülkede iç savaş çıktı. Suriye türlü terör gruplarının yerleşim alanı haline geldi. Milyonlarca Suriye vatandaşı ülkelerini terk etmek zorunda kalarak komşu ülkelere göç etti. Silahlı çatışmalar ve terör saldırılarında yüz binlerce insan yaşamını yitirdi.
Venezüella 2019
Mevcut Devlet Başkanı Nicolas Maduro’yu devirmek ve ülkedeki petrol şirketleri üzerinde kontrol sağlamak.
Maduro’ya karşı suikast düzenlemek ve Venezüella’ya yönelik ekonomik abluka uygulamak. Uluslararası kamuoyu ikiye bölündü. ABD, AB ve bazı Latin Amerika ülkeleri darbe sonrası muhalefet lideri Guaido’yu devlet başkanı olarak tanıdıklarını söylerken Türkiye, Rusya ve İran gibi bazı ülkeler, seçilmiş devlet başkanı Maduro’nun yanında saf tuttu. Venezüella, ABD’nin askeri müdahalesiyle tehdit ediliyor.
Eğer Avrupalı ülkeler ABD’nin bağımsız ülkeler üzerinde oluşturmuş olduğu bu baskıları kınamış ve ABD’ye yaptırım kararları almış olsaydılar elbette şimdi Rusya’yı kınayabilirler ve bu ülkeye karşı yaptırım kararı almakta son derece haklı olurlardı.
Bir ülkeyi işgal etmenin doğru olmadığını söylemiştim. Sonuçta işgal eden ve işgal edilen ülkelerin binlerce askeri yaşamını kaybediyor. İşgal edilen ülkenin savunmasız ve masum insanları yaşamlarını kaybediyorlar. Yakın geçmişte ABD’nin işgali ile Irak’ta, Libya’da ve Suriye’de binlerce masum insan yaşamını kaybetti. Keza İsrail’in işgal ettiği Filistin’de binlerce masum insan yaşamını kaybetti. Bu ülkede halen İsrailli askerler masum Filistinlileri öldürmeye devam ediyorlar. İsrail’de yaşamını kaybeden masum vatandaşlar konusunda uluslararası kamuoyu bir nebze de olsa duyarlılık gösterdi. Ancak Irak’ta, Libya’da ve Suriye insanlar yaşamını kaybederken hiçbir Avrupalı ülke çıkıp ta ABD’yi kınamadı. Hiç biri çıkıp ta ABD’ye karşı yaptırım kararları almadılar. Aksine ABD’nin yapmış olduğu bu işgalleri desteklediler. O zaman insana, Rusya’nın müdahale ettiği Ukrayna’da yaşayan insanların canı can da, ABD’nin işgal ettiği ülkelerde yaşayan insanların canı patlıcan mı diye sorarlar.
Ukrayna Rusya ile komşu bir ülkedir. Ukrayna bağımsız bir ülke olarak elbette alacağı kararları ve atacağı adımları kendisi belirlemelidir. Ancak ABD seçilmiş ve meşru Devlet Başkanı Yanukoviç’i diğer ülkelerde olduğu gibi yaratmış olduğu bir kargaşa ortamı ile devirdi. Şu anda devlet Başkanı olan Zelenski bu darbe girişiminin devamıdır. Bu sebeple Ukrayna’ya asıl müdahaleyi ABD yaptı. Batılı ülkeler doğal olarak bu darbeyi kınamadılar ve ABD’ye yaptırım kararları almadılar.
Bugün Ukrayna Devlet Başkanı özgür bir devletin devlet başkanı değildir. Özgür bir devletin başkanı olmak için her şeyden evvel bir defa hiçbir devletin etkisi altında kalmadan ülkeyi yönetmek gerekir. Bugün Ukrayna’yı Zelenski değil ABD yönetiyor. Yine özgür bir devlet başkanı olmak için hiçbir devletin yardımı olmadan devlet başkanı seçilmektir. Oysaki Zelenski ABD’nin kargaşa ortamından yararlanarak seçilen bir devlet başkanıdır. Dahası Zelenski ABD’nin Rusya’yı çevrelemek adına seçilmiş bir devlet başkanıdır.. Dolayısıyla Zelenski Ukrayna halkı yerine ABD’yi temsil ediyor. Ukrayna halkının çıkarlarını değil ABD’nin çıkarlarını gözetiyor. Bu sebeple Zelenski Ukrayna’nın meşru devlet başkanı değildir.
Ülkenizin süper bir güç sahibi ülke ile sınır komşuluğunuz var ise bu ülke ile ikili ilişkilerinize dikkat etmeniz gerekir. Eğer vatanınızı düşünüyorsanız, eğer halkınızı düşünüyorsanız atacağınız her adımı on kere düşünmeniz gerekir. Diplomasiye önem vermeniz gerekir. Her şeyden evvel Okyanus ötesinde bir ülkenin çıkarlarını korumaktan çok kendi ülkenizin çıkarlarını düşünmeniz gerekir. Çünkü her şey bittikten sonra kala kala yine komşu ülke ile baş başa kalacaksınızdır. Çünkü çıkarları adına sizi kullanan ülkeler amaçlarına kavuştuktan sonra sizi bir kâğıt parçası gibi kullanıp atarlar. Sonuçta küresel güçler tarafından belirlenen bir kullanılma miadınız vardır. Bu süreç tamamlandığı anda sizin de kullanılma miadınız dolmuş demektir.
Tarihin çöplüklerinde küresel güçler tarafından kullanılan devlet başkanları vardır. Eğer siz de tarihin çöplüklerinde yer alan başkanlardan olmak istiyorsanız her şeyden evvel ABD’nin hizasından çıkıp ülkenizin çıkarlarını gözetmeye başlamanız gerekir. Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski maalesef bu süreci kaçırdı. Ancak Zelenski’nin yapacağı son bir hamle daha var. O da, daha fazla insanın yaşamını kaybetmemesi ve Ukrayna’nın daha fazla yıkıma uğramaması adına Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile kalıcı bir barış imzalamasıdır.
Siyaset sahnesi tiyatro sahnesine benzemez. Tiyatro sahnesinin hakkını veremez iseniz alt tarafı yuhalanıp sahneden inmek zorunda kalırsınız. Ancak siyaset sahnesinin hakkını veremezseniz bir daha geri dönmemek üzere kaybolup gidersiniz. 07.03.2022
https://www.academia.edu/73247560/RUSYANIN_UKRAYNAYA_M%C3%9CDAHALES%C4%B0_VE_AVRUPALI_%C3%9CLKELER%C4%B0N_%C4%B0K%C4%B0Y%C3%9CZL%C3%9C_TUTUMU
Geri bildirim: İSVEÇ VE FİNLANDİYA’NIN NATO’YA İHTİYACI YOK | Sait Balcı